Afrika’da asırlarca ilim
ve kültür merkezi olmuş bir Müslüman şehri vardır: Timbuktu. Aynı zamanda altın
ticaretinin de merkezi olan bu şehre Avrupalılar eskiden beri alâka
duymuşlardır. Bir Afrika atasözü der ki:“ Tuz kuzeyden, altın güneyden gelir;
bilgeliğin hazineleri ise sadece Timbuktu’da bulunur” Timbuktu bugün Afrika’da
Mali sınırları içinde olan eski bir Müslüman şehridir. 11. asır sonlarına doğru
Kuzey Afrika’nın efsanevi halkı Tuareglerin ticaret merkezi olarak kuruldu,
giderek büyüdü ve mühim bir şehir hâline geldi. Avrupalılar yıllarca nerede
bile olduğunu bilmedikleri Timbuktu’nun, “evleri altından inşa edilmiş bir
şehir” olduğu efsanesine inandı. Timbuktu aynı zamanda İslâmiyetin ilim ve
kültür merkezlerinden birisiydi.
Kur'an-ı Kerim üzerine
çalışmalar yapan prestijli Sankore Üniversitesi ve diğer medreseleriyle
ünlüdür. 15. ve 16. yüzyıllarda İslam'ın Afrika'da yayılmasında önemli bir entelektüel
merkez olmuştur. Üç büyük camisi, Djingareyber, Sankore ve Sidi Yahya,
Timbuktu'nun altın çağından kalmadır. Sürekli restore edilmelerine rağmen bu
camiler çöl tarafından yıkılma riski altındadır.
Sankore Üniversitesi |
Timbuktu zamanında tam
bir ilim merkeziydi kitap telif etme, çoğaltma işi son derece yaygındı. Burada ilim
tahsil edenler sadece Kuzey Afrika’dan değil, Hac için gittikleri Mekke’den ve
dönüş yolunda tahsil gördükleri Kahire’den kitaplar getirdiler yanlarında. Kitap
basmanın profesyonelce yapıldığı şuan eldeki mevcut kitaplardan
anlaşılmaktadır. Bugün bile kütüphanelerde yüzlerce yıllık nadide yazma eserler
bulunmaktadır. UNESCO 1988 senesinde Timbuktu'yu Dünya Mirası Listesine aldı.
Yüz binlerce yazmanın dijital ortama aktarılarak koruma altına alınması için
Ford Vakfı'nın destekleriyle 2000 yılında Timbuktu Yazmaları projesi
başlatıldı.
Dünyada çok az şehir ve
yer, Timbuktu kadar efsanelerle çevrilmiştir. Şehir, sahrada ticaret
kervanlarının kesiştiği yerdedir. Sahra ticaretinin esas metâı altın idi.
Ortaçağ boyunca dünya altın ihtiyacının hemen üçte ikisini Batı Afrika’dan
karşılıyordu. Daha sonraları, 17 ve 18. asırda altın Gine’den geldiğinden,
altın para “gine” olarak adlandırıldı. Yüklü miktarda altın kuzeye gönderilir
ve Timbuktu piyasasında satılırdı. Altın, buradan develerle Sahra’yı geçerek Fas
veya Trablusgarb gibi şehirlere taşınırdı. Bu altının çoğu Avrupa’ya satılırdı.
Zaman geçtikçe, altının Timbuktu’dan geldiği bilgisi yaygınlaştı. Bu ise
Timbuktu’nun Avrupa’daki imajının şekillenmesinde mühim yer tuttu. Timbuktu’dan
geçen altın ticaretinin uzun zaman evvel sonlanmasına rağmen, Timbuktu efsanesi
Avrupa’da büyüdü. Yeni pazarlar, yeni kaynaklar ve yeni ticaret rotaları arayan
Avrupalı kâşifler, maksatlarını gerçekleştirmek için dünyanın dört bir yanına
dağıldılar. Afrika onlar için enteresan olduğu kadar mühim kaynaklara da
sahipti. Bu kâşiflerden bir kısmı Timbuktu’ya varan ilk Avrupalı olmak
arzusundaydı. Ancak çok azı hedeflerine ulaşabildi. Bu da Timbuktu’nun Altın
Şehir imajına, “Uzak ve ulaşılmaz bir şehir” imajını da ekledi. İngilizce’deki
“To Timbuktu and back”, “It's a long way to Timbuktu”, “I'll knock you clear to
Timbuktu”, “Go to Timbuktu” gibi tabirler bunun ifadesidir. Dünya’nın hiçbir
bölgesinde altın ve gümüş Afrika’daki kadar bol değildi. Altın ve gümüşe karşı
aşırı ve tatminsiz arzularına rağmen ne eski ve ne de modern çağ Avrupalıları,
kendilerine Amerika ve Doğu Hindistan’dan daha yakın olan ve arzu ettikleri
nesnelerin bolca bulunduğu bu ülkeye esaslı bir şekilde yerleşemediler. Yine de
Avrupa’nın Afrika macerası çok eskilere dayanıyor. Ancak 18. asırdan sonra bu
macera sistemli bir keşif faaliyetine dönüştü. 1788 senesinde Londra’da
"Afrika İçlerinin Keşfini Destekleme Cemiyeti" kuruldu. Cemiyetin
gayesi Timbuktu’yu bulmaktı. O zaman Afrika sahillerinin ve Mısır’ın ötesinin
haritası neredeyse yoktu. Bu zamana kadar Avrupalılar kıtaya talan ve köle
temini maksadıyla uğramışlardı. Cemiyet, gayesini “Bilim ve insanlığı
ilerletmek, esrarengiz coğrafyayı keşfetmek, kaynakları araştırmak ve talihsiz
kıt’anın şartlarını iyileştirmek” olarak gösteriyordu. Olabildiğince kıtanın
içine girmek, alâka çekici mevzularda bilgi toplamak maksadıyla tecrübeli
seyyahlar çalıştırıldı. Bu sayede hem bilginin sınırlarını genişlettiler, hem
de sağlam bir şöhret kazandılar. Ancak cemiyetin varlığı devam etmedi.
Araştırmaya mevzu olan bölgeler giderek Fransız sömürgesi hâline geldi ve 1960
yıllarına kadar böyle kaldı.
Timbuktu, bugün her ne
kadar tedrisata devam edilse de, eski günlerdeki ışıltısından çok uzak, evlerin
mahzenlerinde binlerce yazma eserin bulunduğu, fakir bir şehirdir. Nedense
Türkler Afrika tarihine pek alâka duymaz. Hâlbuki bu kıt'anın bir kısmı yakın
zamana kadar Osmanlı ülkesine dâhildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder