Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Gülüşün néo-mistiği zencicedir

           
Nuri Pakdil'in  Batı Notları adlı kitabını okurken huyum olduğu üzere dikkatimi çeken şeyleri not almıştım. Geçen o notları okuyordum şöyle bir cümle not almışım: zenci gülüşü, bilmediğimiz bir dünyanın bir an için belirivermesine, belki aynı anda yitirivermesine benziyor. Bu gülme midir, ağlama mıdır, kızma mıdır? Gülüşün neo-mistiği zencicedir. Gülmekten belki de korkuyorlar. Biz doğulular anlarız bunu. 

Yeni Bir Keşif: Esrarengiz Şehir Timbuktu


Afrika’da asırlarca ilim ve kültür merkezi olmuş bir Müslüman şehri vardır: Timbuktu. Aynı zamanda altın ticaretinin de merkezi olan bu şehre Avrupalılar eskiden beri alâka duymuşlardır. Bir Afrika atasözü der ki:“ Tuz kuzeyden, altın güneyden gelir; bilgeliğin hazineleri ise sadece Timbuktu’da bulunur” Timbuktu bugün Afrika’da Mali sınırları içinde olan eski bir Müslüman şehridir. 11. asır sonlarına doğru Kuzey Afrika’nın efsanevi halkı Tuareglerin ticaret merkezi olarak kuruldu, giderek büyüdü ve mühim bir şehir hâline geldi. Avrupalılar yıllarca nerede bile olduğunu bilmedikleri Timbuktu’nun, “evleri altından inşa edilmiş bir şehir” olduğu efsanesine inandı. Timbuktu aynı zamanda İslâmiyetin ilim ve kültür merkezlerinden birisiydi.

Kur'an-ı Kerim üzerine çalışmalar yapan prestijli Sankore Üniversitesi ve diğer medreseleriyle ünlüdür. 15. ve 16. yüzyıllarda İslam'ın Afrika'da yayılmasında önemli bir entelektüel merkez olmuştur. Üç büyük camisi, Djingareyber, Sankore ve Sidi Yahya, Timbuktu'nun altın çağından kalmadır. Sürekli restore edilmelerine rağmen bu camiler çöl tarafından yıkılma riski altındadır. 
Sankore Üniversitesi
Timbuktu zamanında tam bir ilim merkeziydi kitap telif etme, çoğaltma işi son derece yaygındı. Burada ilim tahsil edenler sadece Kuzey Afrika’dan değil, Hac için gittikleri Mekke’den ve dönüş yolunda tahsil gördükleri Kahire’den kitaplar getirdiler yanlarında. Kitap basmanın profesyonelce yapıldığı şuan eldeki mevcut kitaplardan anlaşılmaktadır. Bugün bile kütüphanelerde yüzlerce yıllık nadide yazma eserler bulunmaktadır. UNESCO 1988 senesinde Timbuktu'yu Dünya Mirası Listesine aldı. Yüz binlerce yazmanın dijital ortama aktarılarak koruma altına alınması için Ford Vakfı'nın destekleriyle 2000 yılında Timbuktu Yazmaları projesi başlatıldı.
Dünyada çok az şehir ve yer, Timbuktu kadar efsanelerle çevrilmiştir. Şehir, sahrada ticaret kervanlarının kesiştiği yerdedir. Sahra ticaretinin esas metâı altın idi. Ortaçağ boyunca dünya altın ihtiyacının hemen üçte ikisini Batı Afrika’dan karşılıyordu. Daha sonraları, 17 ve 18. asırda altın Gine’den geldiğinden, altın para “gine” olarak adlandırıldı. Yüklü miktarda altın kuzeye gönderilir ve Timbuktu piyasasında satılırdı. Altın, buradan develerle Sahra’yı geçerek Fas veya Trablusgarb gibi şehirlere taşınırdı. Bu altının çoğu Avrupa’ya satılırdı. Zaman geçtikçe, altının Timbuktu’dan geldiği bilgisi yaygınlaştı. Bu ise Timbuktu’nun Avrupa’daki imajının şekillenmesinde mühim yer tuttu. Timbuktu’dan geçen altın ticaretinin uzun zaman evvel sonlanmasına rağmen, Timbuktu efsanesi Avrupa’da büyüdü. Yeni pazarlar, yeni kaynaklar ve yeni ticaret rotaları arayan Avrupalı kâşifler, maksatlarını gerçekleştirmek için dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Afrika onlar için enteresan olduğu kadar mühim kaynaklara da sahipti. Bu kâşiflerden bir kısmı Timbuktu’ya varan ilk Avrupalı olmak arzusundaydı. Ancak çok azı hedeflerine ulaşabildi. Bu da Timbuktu’nun Altın Şehir imajına, “Uzak ve ulaşılmaz bir şehir” imajını da ekledi. İngilizce’deki “To Timbuktu and back”, “It's a long way to Timbuktu”, “I'll knock you clear to Timbuktu”, “Go to Timbuktu” gibi tabirler bunun ifadesidir. Dünya’nın hiçbir bölgesinde altın ve gümüş Afrika’daki kadar bol değildi. Altın ve gümüşe karşı aşırı ve tatminsiz arzularına rağmen ne eski ve ne de modern çağ Avrupalıları, kendilerine Amerika ve Doğu Hindistan’dan daha yakın olan ve arzu ettikleri nesnelerin bolca bulunduğu bu ülkeye esaslı bir şekilde yerleşemediler. Yine de Avrupa’nın Afrika macerası çok eskilere dayanıyor. Ancak 18. asırdan sonra bu macera sistemli bir keşif faaliyetine dönüştü. 1788 senesinde Londra’da "Afrika İçlerinin Keşfini Destekleme Cemiyeti" kuruldu. Cemiyetin gayesi Timbuktu’yu bulmaktı. O zaman Afrika sahillerinin ve Mısır’ın ötesinin haritası neredeyse yoktu. Bu zamana kadar Avrupalılar kıtaya talan ve köle temini maksadıyla uğramışlardı. Cemiyet, gayesini “Bilim ve insanlığı ilerletmek, esrarengiz coğrafyayı keşfetmek, kaynakları araştırmak ve talihsiz kıt’anın şartlarını iyileştirmek” olarak gösteriyordu. Olabildiğince kıtanın içine girmek, alâka çekici mevzularda bilgi toplamak maksadıyla tecrübeli seyyahlar çalıştırıldı. Bu sayede hem bilginin sınırlarını genişlettiler, hem de sağlam bir şöhret kazandılar. Ancak cemiyetin varlığı devam etmedi. Araştırmaya mevzu olan bölgeler giderek Fransız sömürgesi hâline geldi ve 1960 yıllarına kadar böyle kaldı.

Timbuktu, bugün her ne kadar tedrisata devam edilse de, eski günlerdeki ışıltısından çok uzak, evlerin mahzenlerinde binlerce yazma eserin bulunduğu, fakir bir şehirdir. Nedense Türkler Afrika tarihine pek alâka duymaz. Hâlbuki bu kıt'anın bir kısmı yakın zamana kadar Osmanlı ülkesine dâhildi.






Uganda'ya Selamlar



          Bu yazımda daha önce bahsettiğim Ugandalı öğrenciyle yaptığım röportajı anlatmayı düşünüyorum. Röportajımız zevkli geçti umarım siz de zevkle okursunuz.
İsminizi öğrenebilir miyiz?
-Yusuf Mugoya.
Hangi ülkeden geliyorsunuz?
-Ben Afrika'nın incisi Uganda'dan geliyorum.

Biraz Uganda'dan bahseder misiniz?
-Öncelikle Uganda Doğu Afrika'da bulunuyor ve komşuları kuzeyde Güney Sudan var, batıda Demokratik Kongo Cumhuriyeti, doğusunda Kenya, aşağısında Tanzanya ve Ruanda bir de Victoria Gölü var. Bu göl dünyanın ikinci büyük gölüdür.
Uganda'nın konum olarak önemi nedir?
-Uganda güzel bir yer, Victoria Gölü'nün bir kısmı burada, Nil nehri Uganda'dan başlayıp Mısır'a doğru gidiyor. Ekvator çizgisi tam ortasından geçiyor bu yüzden Uganda'nın iklimi çok güzel ne çok sıcak ne çok soğuk 15 ile 28 derece arası yemyeşil bir ülke.
Kurak değil o zaman?
-Hayır, yemyeşil bir ülke bol yağmur alıyor, tropikal bir ülke olduğu için her türlü meyveyi bulabilirsiniz. Uganda'nın nüfusu 35 milyon, % 35'i Müslüman ancak bu bilgiyi internette ararsanız doğrusuna ulaşamayabilirsiniz çünkü hükümet Hristiyan olduğu için Müslüman nüfus hakkında yanlış bilgi veriliyor.
soldaki Muhammed sağdaki Yusuf
Türkiye'ye ne zaman geldiniz?
-2007 yılında geldim. Kayseri Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi'ne başladım.
Siz de Kayserililerdensiniz yani?
-Evet ben de Kayseriliyim.
Ticareti öğrendiniz mi (gülüşmeler)?
-Tabi tabi çok iyi. Ve şuanda İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 3. sınıf öğrencisiyim.
Peki Türkiye hakkındaki izlenimleriniz neler?
- Türkler çok iyi insanlar, sıcakkanlı ve misafirperverler. Bu yönden çok güzel böyle devam etmelerini umuyorum. Yalnız dünyaya açılmanız lazım. Özellikle ilk geldiğimizde bizi tanımıyorlardı, çocuklar bizden kaçıyorlardı. Ama Türkleri çok seviyoruz İslam dünyası için Müslümanlar için Türkiye çok önemli bir konuma sahip.
Türklerin Ugandalılara benzeyen yönleri var mı? 
-Ugandalılar çok sıcak insanlar Türkler de sıcak ve misafirperver insanlar bu konuda çok benziyorlar.
Farklı gördüğünüz alışamadığınız bir şey var mı?
-Ben 8 senedir buradayım artık her şeyine alıştım. Yemeklerinden başlayıp geri kalan her şeye.
Acıyı da seviyor musunuz?
-Çiğköfteyi de her türlü acıyı da yerim. Ama yeni gelen arkadaşlar Türkiye'nin havasını çok soğuk buluyorlar. Bazıları soğuktan dolayı alışamıyorlar. Bir de bazı yemekleri yiyemiyorlar. Mesela ben ilk geldiğimde pideyi hiç yemiyordum çok garip gelmişti ama alıştım. Dil de çok önemli ilk geldiğimde çok sıkıntı çekmiştim bir sene Türkçe hazırlık sınıfı okudum fakat akademik dil ile sokakta konuşulan dil farklı. Onun için dil konusunda biraz problem çekiyoruz, öğrencinin başarılı olabilmesi için o dili kavraması lazım. Mesela ben ilahiyat okuyorum dersler çok ve ağır Türk bir öğrenciye zor gelirken yabancıya nasıl zor gelmesin?
Uganda'ya ne sıklıkla gidiyorsunuz, ailenizi ziyarete gidebiliyor musunuz?
-Evet, elhamdülillah ben her yaz gidebiliyorum ama bazı arkadaşlarımız geliyorlar fakat ülkelerine beş sene üç sene gidemiyorlar.
Beyaz insanlar Afrika'ya ilk gittiklerinde Afrikalıları köleleştirmişler bu yüzden beyaz insanları sevmiyorlarmış, şimdi beyazların imajı nasıl?
-Şöyle genel bir cevap vereceğim: Türkler olarak dünyanın tümüne gitmeniz gerekir. Özellikle Afrika'ya daha çok gitmeniz lazım. Oradaki insanlara Müslüman olduğunuzu ve onları düşündüğünüzü, onlarla kardeş olduğunuzu göstermeniz lazım. Biz anlatıyoruz ama yetmiyor sizin de gitmeniz gerek. Afrika'yı uzak gibi gibi görüyor, gitmek istemiyor olabilirsiniz ama gerçekten oraya gitmenizi engelleyecek hiç bir şey yok, korkunç bir şeyler yok.Beyaz insan diniyle geldi ve bizi sömürdü, insanlar bilinçli olmadıkları için bunları görmüyorlar. Çoğu insan Afrika'ya gitmekten korkuyor ama öyle değil, insanlar sizi bekliyor. Biz kardeşiz ve oradaki kardeşlerinizi hatırlayın.

          Konuşmamızda genel olarak bunları konuştuk. Yusuf arkadaşımız bize bir kaç hatırasından bahsetti. Mesela Türkiye'deki tokalaşma adabıyla Uganda'daki farklıymış biz başımızla tokalaşmayız diyor bunu Türkiye'de öğrenmiş ülkesine döndüğünde bazen unutup  o şekilde tokalaşıyormuş çevresi şaşırıyormuş. Yine mesela başımızla yaptığımız 'hayır' işareti onların ülkesinde 'evet' anlamına geliyormuş, bir gün Uganda'dayken taksi durayım mı diye ona işaret vermiş Yusuf da  hayır anlamında başını sallayınca taksi durmuş tabi.
          Bu arada konuştuğumuz Afrikalı arkadaşların hepsinin sıcakkanlı ve hoşsohbet olduğunu belirteyim. Konuşmaya başladınız mı hemen bir sohbet gelişiyor. Son olarak bize vakit ayırıp sorularımıza cevap veren Ugandalı Yusuf ve Gineli Muhammed Arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum .  














12 Mayıs 2015 Salı

8. Uluslararası Öğrenci Buluşması'na katılan ülkeler


Öğrenci buluşmasına katılan ülkelerin listesi

Bi Dünya Öğrenci Buluştu




Geçen gün (10.05.2015) artık güzel bir şölene dönüşen ve bu yıl sekizincisi düzenlenen "Uluslararası Öğrenci Buluşması"na gittim. Bu yıl İstanbul/Üsküdar'da gerçekleşen buluşma gerçekten çok coşkuluydu. Üsküdar meydanında kurulan standlar tâ Şemsipaşa Camii'nin önüne kadar uzanıyordu. 160 ülkeden çok sayıda misafir öğrenci katıldı. Özellikle  Afrika ülkelerinin standları çok hareketliydi. Kimileri kendi yerel danslarını gösterirken kimileri müziklerini çalıyordu kimileri de Türkiye'deki maceralarını hararetli hararetli anlatıyordu. Afrikalı öğrencileri çok samimi buldum hemen kaynaşan sıcakkanlı insanlar. Mesela bir kız öğrenciyle girdiğim muhabbette nerelisin diye soruyorum? Konyalıyım diyor, şaşırdığımı görmüş ki  gülümsemeye başladı "dünyada Kenyalı Türkiye'de Konyalıyım " dedi. Başka bir arkadaş da (kendisi Senegalli) 2002'de Türkiye ile oynanan ve Türkiye'nin kazandığı futbol maçından bahsediyor, yanımızda orta yaşlı bir hanım vardı onunla futbol hakkında derin muhabbete daldılar tabi futbolu çok bilmediğimden onları bırakıp başka bir ülkenin standına geçtim. Cezayirli öğrencilerle tanıştım, kendi kültürlerindeki birtakım eşyaları tanıtıyorlardı. Sıra masadaki su testisine gelince yaşanmış şöyle bir hikaye anlattı:" bir köyün muhtarlığına aday biri hanımları toplamış ve demiş ki oyunuzu bana verin evlerinize kadar su şebekesi kuracağım böylece su taşıyıp yorulmanıza gerek kalmayacak. Hanımlar da oylarını ona vermişler ve hakikaten muhtar sözünü yerine getirmiş, sonraki seçimde tekrar aday olmuş fakat seçimi kaybetmiş çok şaşıran eski muhtar hanımlara bunun nedenini sormuş cevap olarak ne alsa beğenirsiniz, eskiden su taşımak için çeşmeye gider birbirimizi görürdük artık evlerimizde su olduğu için birbirimizi göremiyoruz biz eski sistemi istiyoruz". Bayağı gülüşmeler oldu tabi. Kendi kültürlerinde kahvenin nasıl yapıldığını, meşhur yemeklerini vs. anlattılar. Çok zevkli bir gün geçirdim. Bir daha ki yazımda Ugandalı bir arkadaşımızla yaptığım röportajı paylaşmak istiyorum sizlerle, şimdilik selam ve dua ile hoşçakalın...
 

Kayrevan Sidi Ukbe Ulu Cami


          Ukbe b. Nafi'nin Afrika'da yaptığı fetihleri okuyordum ki Tunus'ta inşa ettirdiği camiyle ilgili çok güzel bilgilere ulaştım, bu bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim, belki ileride bir gün gitme imkanımız olur. 
          Afrika kıtasında ezan sesinin ilk yükseldiği yer olarak bilinen Tunus'taki tarihi "Kayravan Sidi Ukbe Ulu Camii", 1343 yıldır ihtişamını koruyor. Afrika kıtasının en büyük ibadet merkezlerinden Kayravan Ulu Camii, İslam âleminin ilim merkezlerinden biri olan ve tarihi mirasıyla ülkenin kültür başkenti kabul edilen Kayravan'da 7'nci yüzyılda inşa edilmiş. Kayravan şehrinin de kurucusu olan Emevi Devleti'nin Afrika Valisi Ukbe bin Nafi tarafından 671 yılında inşa ettirilen ve 9. asırda son halini alan cami, günümüze kadar birçok kez onarılmasına rağmen ihtişamını ve aslını muhafaza etmiş. Kuzey Afrika mimarisinin en güzel örneklerinden kabul edilen 35 metre yüksekliğindeki minaresi, üzerinde yükseldiği 365 sütunu ve 16'ncı yüzyılda Osmanlı Devleti'nin miras bıraktığı eşsiz motiflerle süslenmiş, oyma kapılarıyla asırlara meydan okumuş ve okumaya devam ediyor.

Tarihi şehirde, Ulu Cami'nin minaresinden yüksek bina yapılmıyormuş. Minarenin alemi ise cam fanus içinde korunuyor. Caminin iç kısmında duvarlara ince ince işlenmiş birer sanat eseri değerindeki nakışlar ve bölgede ender görülen vitraylar görenleri büyülüyor.


          Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyormuş ve 2009 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından "İslâm Kültür Başkenti" seçilmiş Kayravan.



Müslümanların Afrika'yla tanışmaları

Müslümanların Afrika'ya ilk defa gitmeleri Habeşistan hicretiyle olmuştur. Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Mısır'ın fethiyle Afrika fetihleri de başlamıştır. Afrika'nın içlerine doğru fetihler
Hz. Osman zamanında gerçekleşmiştir. Hz. Ali devrinde ise iç karışıklıklardan ötürü Afrika fetihleri yavaşlamıştır. Hz. Osman’ın hilafetinin ilk dönemine kadar devam eden fetih hareketleri Muaviye zamanına kadar duraklamıştır. Muaviye iç istikrarı sağladıktan sonra yeniden fetihlere başlamıştır.
Ukbe bin Nafi komutasında Afrika’da önemli yerler ele geçirilmiştir. Ukbe tarafından Kayrevan(Tunus'ta) şehri inşa edilerek burada askerî bir garnizon kurulmuştur. Ukbe bin Nafi’nin başarılı yönetimiyle Afrika’da bulunan Berberiler arasında İslam yayılmış, Berberiler Kayrevan’a yerleşmişlerdir. Zaman içinde de bölgede İslam hâkimiyeti güçlenmiştir.